4 Mayıs 2014 Pazar

Geçmişin Bilinmeyen Tarafı - 3.Bölüm - İlk Temas

                Kendi zamanlarından 4000 yıl daha genç, daha parlak ve daha canlı olan güneş odayı aydınlatıyor, içlerini daha önce hiç olmadığı kadar güzel ısıtıyordu. Doğal ışık, odanın karanlık bölmelerini de ortaya çıkartmıştı. Duvarda çizili olan şekilleri daha fark edememişler, öncelikle nasıl gündüz olduğunu ve nasıl yer üstünde olduklarını anlamaya çalışıyorlardı. Şaşkınlık havası bütün odayı sarmıştı. Herkes birbirine bakıyor, açıklama yapılmasını istiyorlardı. Diğerlerinden farklı olarak şaşırmış durumda olmayan bir tek Tayfun vardı.
                Önünde, yerde duran iki adet siyah çanta ile bir şeyler yapıyordu. Grup en başta Tayfun’un neden bu çantaları getirdiğini anlamamışlardı. Bir şeylerin yanlış gittiğini kemiklerine kadar hissedebiliyorlardı. Tayfun siyah çantadan bir silah çıkarttığında şaşkınlık bir anda korkuya dönüştü.

                “P90 ‘ mı o?” diye heyecanla sordu Sedat. Tayfun cevap veremeden silahı elinden alıp incelemeye başladı. 45 mermi alan ve hafif olan bu silah çelik yeleklere karşı 90’lı yıllarda özel olarak üretilmişti. Türkiye’ de kullanım yeri ise başbakanlık yakın koruma ekibinde idi. Sedat şarjörün dolu olduğunu gördü. Şarjörü silaha geri takarken aklına bir soru geldi. “Silah çok güzel de, neden ihtiyacımız olacağını anlamadım.”
                Tayfun’un kaçmaya uğraştığı açıklama bölümü gelmişti. Artık gerçeği öğrenmeleri, neden burada olduklarını bilemeleri gerekiyordu. Kaçınılmaz sona yaklaşırken bir silahı eline alıp kenara doğru çekildi ve konuşmaya başladı.
“Hepiniz şu anda neler olduğunu merak ediyorsunuz biliyorum ve hepsini tek tek açıklayacağım. Fakat öncelikle beni sakince dinlemenizi ve aklınızı her türlü ihtimale açmanızı istiyorum. Çoğu insanın imkânsız diyebileceği bir durumdayız. Sakince dinleyecek misiniz?”
“Ben söz vermiyorum” dedi Sedat hiç beklemeden. “Bir şeyler çevirdiğinden eminim ama hoşuma gitmezse sonucuna katlanırsın.”
“Göze aldığım sonuçları bir bilsen, bu devenin yanında pire kalır.”
“Tamam, o zaman başla bakalım anlatmaya.” Diye atladı Yakup, sabırsızlık sesinin tonuna hâkim bir halde.
“Peki başlıyorum. Öncelikle ilk merak ettiğiniz durumdan başlayacağım. Neden gündüz oldu ve neden yer üstündeyiz? Bunun cevabı çok basit. Çünkü zamanda yolculuk yaptık.”
                Grubun bunu algılaması için yarım dakika kadar bekledi. Fakat sanki hepsi bu durumu anlamamış gibiydi. Zamanda yolculuk kavramı onların sözlüğünde yokmuş gibi davranıyorlardı. Beklemekten sıkılan Tayfun açıklamasına devam etmeye karar verdi.
“ Tepki vermediğinize göre anladığınızı ve bu durumu kabul ettiğinizi varsayıyorum.”
“Kabul etmek mi dalga mı geçiyorsun sen?” Ezgi’nin sinirli olduğu her halinden belliydi.
“Neden dalga geçeyim ki. Başka türlü bu durumu nasıl açıklamayı düşünüyorsunuz.”
                Bir konuda haklıydı. Bu durumun başka açıklaması olamazdı. Yine de algılamak imkânsıza yakındı.
“Nerden bilelim bunun şaka gibi bir şey olmadığını.” Bu sefer Nihal sahneye çıkmış, kızgınlar topluluğuna katılmıştı.
“Sizlere şaka yapmaktan çok daha önemli işlerimiz var bizim.”
                Gerçekten de öyleydi. Kuruluşun bir avuç insana şaka yapmaktan başka yapacağı tonlarca iş vardı. Ne olurdu ki hemen inansalar diye iç geçirdi. Tabi kendisi için kolaydı. Zaten bu tarz şeylere inanan biri olduğu için fark etmemişti. Hemen inanmıştı. Açıklamasına devam etmek zorundaydı. Bir şekilde inanmaları gerekiyordu. Zaten dışarı çıktıkları zaman ister istemez inanmak zorunda kalacaklardı ama bilmedikleri bir zamana girmeden önce hazırlıklı olmaları gerekiyordu.
“Buraya gelmemizdeki amaç bildiğiniz üzere teknolojiyi ele geçirmekti ve biz size bunun ne olduğunu söylemedik. Aslında biliyorduk. Bu teknoloji bir zaman makinasıydı ve orada öylece bizim bulmamız için bırakılmıştı. “
“Pekala bu söylediklerinin gerçek olduğunu kabul edelim. O zaman neden teknolojiyi alıp merkeze götürmedik. Neden farklı bir zamana geldik?” Güzel bir soru diye düşündü diğer gruptakiler.
“İşler burada biraz karışıyor. Amaç hiçbir zaman teknolojiyi ele geçirmek olmadı. Amacımız teknolojiyi kullanıp 4000 yıl kadar geriye gitmekti.”
                Bu duydukları onlara bir bilimkurgu hikâyesinden farksız geliyordu. Zamanda yolculuk imkânsızdı bir kere, ayrıca neden biz diye düşünmekten kendilerini alamadılar.
“Neden biz diye soracaksınız biliyorum. Müdür Gürbüz size bunun cevabını vermedi çünkü ilk başta bilmenizi istemedik. Dünya dışı canlılardan aldığımız bilgiler bizim tarihimizden 4000 yıl öncesinden bahsediyordu ve biz bu bilgilerin içerisindeydik. Yani geçmişte yaşamıştık. Biraz karmaşık geldiğinin farkındayım. Zamanla alışacaksınız.
“Biraz mı? Kulağa ne kadar saçma geldiğinin farkında mısın? Ayrıca neden geçmişte yaşayalım ki? Aklımızdan zorumuz mu var?”
“Tabi ki de yok. En önemli kısmı burası. İyi dinlemenizi rica ediyorum. Çoğunuzun bildiği, bulmacalarda bile çıkan Mısır tanrıları vardır. Eski Mısırlılar bu tanrılara tapmışlar ve onların kölesi olmuşlardı. İşte tanrı dedikleri bu kişiler, bizim bilgi aldığımız dünya dışı canlılar. Teknolojik olarak üstün oldukları için kendilerini tanrı rolüne bürümüşler ve tabi bizim dünyayı yöneten de güneş tanrısı Ra olmuş.”
“Güzel hikâye ama bu hala neden burada olduğumuzu açıklamıyor.”
                Sedat doğru söylüyor diye düşündü Tayfun. Lafı uzatmamaya çalışıyordu ama en baştan anlatması gerekiyordu. Yoksa iyice olaydan koparlar ve panik yaparlardı.
“Şimdi oraya geliyorum. Aynı bu bilgilerde nedenini anlamadığımız bir sebepten dolayı gezegeni yok etmek istemişler ve hatta onların veri tabanına göre şu anda burada dünya gezegeni yok.”
“Hala buradayız ama.” Dedi Ezgi gözlüğünü düzelterek.
“Evet, işte bizde burada devreye giriyoruz. Gezegeni yok etmelerini engellemeliyiz.”
“Eğer gelecekte yaşıyorsak, zaten gezegeni yok edememişler demek olmuyor mu? Burada bulunmamız o zaman mantıksız oluyor.”
“Öyle gibi duruyor ama eğer biz engellemezsek bunu durduracak kimse yok. Kısacası hayatlarımız ve gelecekteki sevdiğimiz herkesin hayatı bizim bu görevde başarılı olup olmayacağımıza bağlı.”
                Grup şimdi biraz daha sakinlemişti. Olay kendilerini ve gezegenlerini kurtarmak olunca daha mantıklı düşünmeye başlamışlardı. Fakat daha açıklanması gereken bir sürü şey vardı.
“Eğer gelecekte varsak bu demek oluyor ki gezegeni öyle ya da böyle kurtarıyoruz. Kasmanın bir manası yok diye düşünüyorum.”
Bu sefer söze Yakup girdi. “ Gelecek değişebilir. Bizim burada attığımız her adım gelecekteki birçok şeyi değiştirecektir. Yani gezegeni kurtarmış sayılmayız.”
“Evet Yakup aynen öyle. Bu yüzden size hiçbir şeyi açıklamadık. Eğer her şeyi biliyor olsaydınız, buraya gelmeyi kabul etmeyebilirdiniz. “
                Gerçekten de hiç biri böyle bir şeyi kabul etmezdi. Eğer önceden söylenmiş olsalardı, böyle bir şeyi çok saçma bulurlar ve yollarına devam ederlerdi. Tayfun ve Müdür doğru bir karar almışlardı. En azından grup zaman yolculuğunu artık imkânsız görmüyordu. Sonuçta buraya gelmişlerdi ve bu bir kanıttı. Şimdi sırada zaman yolculuğunu açıklamak vardı.
“Peki, ben sana inanıyorum ama zaman yolculuğunun nasıl olduğunu anlayabilmiş değilim ve bu dünya dışı canlılar neden bu teknolojiyi burada bırakmışlar?”
“Aldığımız kısıtlı bilgilerden anladığımız kadarıyla anlatıyorum. Öncelikle hepimiz evrenin her milisaniye genişlediğini biliyoruz. Fakat bu genişlemenin hangi oranda ve hangi yöne doğru olduğunu bilmiyoruz. Bu genişleme sonucunda evrenin kütle merkezi değişir. Kütle merkezi değiştiği için de dünyamızın bulunduğu noktanın koordinatları değişir. Zamanda yolculuk için ihtiyacın olan şey gideceğin yerin koordinatlarıdır. Eğer bu koordinatları tam olarak bilemiyorsanız evrenin her hangi bir yerinde ortaya çıkabilirsiniz. Bu yüzden de CERN ‘ de karanlık maddeyi bulmak için uğraşıyorlar.”
“Karanlık madde ne alaka ki?”
“Yapılan araştırmalara göre evreni bir anda tutan karanlık maddedir. O olmasa şu an bizde burada olamayız. Aynı zamanda karanlık madde evrenin genişlemesine de sebep olur. Bu yüzden onun sırlarını çözmek zamanda yolculuk, ışınlanma gibi şeyleri de çözmek demek oluyor.”
“O zaman bu canlılar bunun sırlarını çözmüşler.”
“Tam olarak öyle değil. Onlar bu teknolojiyi yaratmamışlar. Başka bir dünya dışı canlılar tarafından yapıldığını fark etmişler. O yüzden burada bırakmışlar. Ne olduğunu anladıklarında karıştırmak istememişler.”
“Benim kafam çok karıştı. Bence dışarı çıkıp neler olduğunu bir görelim.” Diye fikir sundu ortaya Sedat. Herkes onaylayınca Tayfun, gruba silahları dağıttı. Kızlar istemediler ama bilinmeyen bir bölgedeydiler ve yabancı bir ırkla karşılaşmaya karşı savunmalarının olduğunu bilmek içlerini rahatlatıyordu.
                Dışarı ilk çıkan Sedat oldu. Dışarısının güvenli olduğuna kanaat getirdikten sonra diğerlerini de çağırdı. Hepsi çıktıktan sonra yakın bir bölgeden sesler geldiğini duydular. Oraya doğru ilerlediklerinde genç bir kızın idam edilmeye götürüldüğünü gördüler.
“Sizce müdahale etmeli miyiz?” dedi Yakup aceleci bir sesle.
“Bence normal hayatın işleyişine karışmamalıyız. Geleceği değiştirmemeliyiz.”
“Genç bir kızın ölümünü nasıl izleyebiliriz?”
                Her kafadan bir ses çıkıyordu. Zaten bu zamana gelişleriyle gelecek artık değişmişti. Yapacakları tek şey gezegeni kurtarmaktı ama bu süreçte de göz göre göre bir kızın idam edilmesini seyredemezlerdi.
                Tayfun hemen ileri atıldı ve idam bölgesine koşmaya başladı. Diğerleri de hemen arkasından koşmaya başladılar. Cellat tam kılıcı kaldırdığında durdular ve nişan alıp ateş açtılar.
“Hayatımızı kurtardığınız teşekkür ederim. Kim olduğunuzu bilmiyorum ama minnettarım. Benim adım Prenses Serap. Sizler kimsiniz? Daha önce sizi buralarda hiç görmedim.”

                Prensesle aynı dili konuştuklarına hem şaşırmış hem de sevinmiş bir halde, “ Uzun hikâye ama sen bize koruyucu melekler diyebilirsin.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder