Ofis,
kalabalık olduğu halde daha önce hiç bu kadar sessiz olmamıştı. Müdür Gürbüz’
ün anlattıkları takılmış teyp kaseti gibi kafalarında hiç durmadan dönüp
duruyordu. Müdür daha ne kadar beklemesi gerektiğine karar verememişti. Böyle
bir şeyi sindirmek kimse için kolay olamazdı. Konuşup konuşmamaya karar
veremediği için bir sağa, bir sola bakıyor, eşinin ona hediye ettiği kırmızı
kravatıyla oynuyordu. Daha fazla vakit kaybedemeyeceklerini düşündüğü anda
dönüp grubun yanına ilerledi.
“ Aklınızda çok fazla soru olduğunu biliyorum. Evet ama
aradığınız bütün cevapları gideceğiniz yerde bulabileceksiniz.”
“Gittiğimiz yerde mi? Burası neresi acaba?” diye sordu Ezgi
sesindeki merakı bastıramadan.
Hep bir
ağızdan çıkan sesler on dakikadır sessiz olan ofisi bir anda konser alanına
çevirmişti. Zaten buraya gelirken bile sıkıntı yaratan bu grubun Mısır’a
gitmeye hiç niyeti yoktu. Buraya geldiklerinde onlara dünya dışı canlıların
varlığından bahsedilmiş ve nasıl olduysa isimleri bu canlıların bilgi bankalarında
çıkmıştı. Bu kadar şeyi zaten zor kabul etmişken, Mısır durumu iyice
zorlaştırıyordu. Sedat söylenmekten vazgeçip etrafa bakmaya başladı. O an
gözleri Tayfun’un yüzüne kilitlendi. Gördüğü kadarıyla bir insanın yüzü şoke
edici bilgiler öğrendikten sonra bu kadar sakin kalamazdı. Sanki daha önceden
bunların hepsini biliyor, fakat sessiz kalmayı tercih ediyordu. Eski
arkadaşının onlara yalan söylüyor olma ihtimalini her ne kadar istemeyerek te
olsa aklına getirdi ve gözünü ondan ayırmayacağını aklının bir köşesine yazdı.
Sedat’ın
dik dik baktığını fark eden Tayfun, şüpheleri üstüne çekmemek için hemen
konuşmaya başladı. “Şaşkınlığımı mazur görün fakat neden Gize? “
Sedat
bu sorunun neden geldiğini çok iyi biliyordu. Yine de sessiz kalmayı tercih ederek
neler olacağını görmek istedi. Müdür Gürbüz aklındakileri toparlayarak hemen
söze girdi.
“Aldığımız bilgilere göre Gize piramitlerinin bulunduğu
bölgede bu uzaylıların bile anlamadığı bir teknoloji keşfedilmiş. Ne işe
yaradığını anlayamadıkları zaman bu teknolojiye erişim engellenmiş ve bölgeye
giriş kapatılmış. Sizin amacınız bu bölgeyi belirleyip teknolojiyi ele
geçirmek.”
Nihal
hiç beklemeden, hafif kızgın bir sesle “Öncelikle onlara uzaylı demeniz yanlış
bir kavram. Sonuçta onlara göre biz de uzaylıyız. Fakat konumuz bu olmadığı
için asıl sorumu soruyorum. Neden Biz? Bunu yapabilecek bir sürü elemanınız
olmalı.”
“Tabi ki de var fakat araştırma grubunun kesinlikle
sizlerden oluşması gerekiyor. Nedenini soracağınızdan eminim ama sormamanızı
rica ediyorum. Çünkü cevabını bilmediğim soruların sorulmasını sevdiğim
söylenemez.”
Müdür
Gürbüz gerçekleri saklamayı hiç istemese de doğru şeyin bu olduğuna kendini
inandırmıştı. Gezegenin hayatta kalması için projenin başarılı olması
gerekiyordu. Bu grubu nasıl ikna edebilirim diye kara kara düşünürken
Tayfun’dan ses geldi.
“Her zaman Mısır’a gidip piramitleri görmeyi istemişimdir.
Ne zaman yola çıkıyoruz?”
Müdür,
Tayfun’un zaten geleceğini bildiği için pek neşelenemedi fakat grubu ikna etmek
için her türlü yardıma da ihtiyacı vardı. Grubun diğer üyelerine baktı.
Onlarında kabul etmeleri için her şeyini verirdi. Gözleri, uzun boylu askerin
üzerine geldiğinde bir şeyler söylemek istediğini fark etti.” Tayfun varsa
bende varım” dedi. Tabi ki de bu yolculuğa katılmasının gerçek nedeni değildi.
Asıl amacı açıklanmayan gerçekleri ortaya çıkarmak ve grubu herhangi bir
tehlikeden korumaktı.
Geriye
seçimini yapmayan üç kişi kaldı. Müdür bir cevap almak için onlara doğru döndü.
İlk olarak Nihal’e baktı. Siyah bir bluz üzerine ince siyah bir hırka, altına
da siyah pantolon giymiş, bu rengi kesinlikle sevdiğini gösteren bu bayan
yanında pahalı olduğu belli olan mavi bir çanta taşıyordu. Cevabı vermesi çok
uzun sürmedi. ”Arkeolog olarak böyle bir fırsatı kaçırmam söz konusu bile
olamaz.” dedi. Müdür üçüncü kişinin de dâhil olmasına çok sevinmişti. Üstünlük
artık onlardaydı ve diğerlerinin de kabul etmesi daha kolaylaşabilirdi. Müdür
gözlerini sıradaki bayana çevirdi. Uzun, düz saçlı, gözlüğü olan Ezgi cevabını
Nihal’e bakarak verdi. ”Nihal’in olduğu yerde benim olmadığım nerede görülmüş.”
Artık
cevabını vermeyen tek bir kişi kalmıştı. Kareli mavi bir gömlek ve kot pantolon
giymiş grubun tek esmer üyesi Yakup istemeyerek te olsa kabul etti. Herkes dâhil
olmuşken onun olmaması duruma uygun olmazdı. Artık herkes araştırma görevini
kabul ettiğine göre vakit kaybetmeden hazırlıklara başlanabilirdi.
Müdür
hemen Canan’ı çağırdı ve gruba hazırlıklarını yapmalarına yardımcı olmasını
rica etti. Canan hemen grubu arkasına alıp, kontrol merkezinin arka tarafındaki
odalara doğru yürümeye başladı. Grupta tek bir üye eksikti. Tayfun müdürün
odasında kalmıştı. Müdür onunla bir şeyler konuşmak istemişti. Sedat bu durumu
garipsemiş olsa da diğerleri aldırış etmemişti. Hepsi kapıdan çıktıktan sonra
Tayfun daha arkasını dönmeden müdür söze girdi.
“Sence gerçeği söylememekle doğru şeyi mi yapıyoruz?”
“Buna şüphem yok. Eğer gerçeği bilselerdi asla bu göreve
gönüllü olmazlardı. Zamanda yolculuk yapıp geleceği kurtaracağız ama orada da
sıkışıp kalma ihtimalimiz var. İnsanlık için bazı gerçekleri sır tutmalıyız.”
“Haklısın ama yine de içim el vermiyor. Fark ettikleri an
sonuçlarına katlanan sen olacaksın.”
“Dünyanın kurtuluşu için her türlü fedakârlığı yapmaya
razıyım.”
Uçaktan
bakıldığında bulutların üstünde olmak harika bir şey gerçekten diye iç geçirdi
Yakup. Ne zaman uçağa binse, altındaki bulutların yarattığı manzarayı
izlemekten vazgeçemiyordu. Grubun diğer üyeleri durum değerlendirmesi yapıp,
teorilerini ortaya atarken o, gökyüzünün keyfini çıkarıyordu. Mısır’a olan 2
saatlik yolculuklarının daha yarım saatine gelmişlerdi. Uçaktan kimsenin
korkmaması araştırma görevinin daha kısa sürede başlayabilmesi demekti. Müdür
şu ana kadar hiçbir aksilik çıkmamasından dolayı çok mutluydu. 3 saatten bile
daha kısa bir süre sonra dünyanın kurtuluşunun hikâyesi yazılmaya başlanmış
olacaktı. Belki de zaten yazılmıştı.
“Bu
konuda sen ne düşünüyorsun Sayın Astrofizikçi?” diye sordu Sedat, Yakup’u
dürterek. Manzaraya dalmış, hayaller kurarken birden düşüncelerinden sıyrıldı
ve gerçek hayata döndü.
“Hangi konuda?”
“Dünya dışı canlıların varlığı hakkında tabi ki de.”
“Neden olmasın. Sonuçta sonsuz evrende, milyonlarca galaksi
ve milyarlarca güneş sistemi var. Bunların bir tanesinde bile yaşam olmama
olasılığı çok düşük.”
“Yani sana mantıklı geliyor.” Diye sordu Nihal.
“Elbette. Düşünsenize insanoğlu binlerce yıldan beri dünya
dışı yaşamı merak etmiştir. Şu an da bile bu konu üzerine on binlerce makale ve
yazı, internette ise bir o kadar video var. Fakat şu ana kadar ki en somut
delil bizim araştırdığımız gibi duruyor ve eğer bunda en ufak bir gerçeklik
payı varsa, bu gerçeği ortaya çıkarmak için elimden geleni yaparım.”
Grup bu
konuşmadan sonra biraz da olsa sessizleşti. Yolculuğun geri kalanında biraz
dinlenmek ve öğrendikleri bilgileri hazmetmek için herkes yerlerine geçti.
Grubun bazı üyeleri için özel uçakla yolculuk yapmak yeni bir şey değildi.
Fakat bu uçak hiçbir masraftan kaçınılmadan yapılmış ve yolcuların konforu için
her türlü hizmeti sağlayabiliyordu. Kimi içecek bir şeyler almış, kimi şefin
yaptığı özel yemeklerden yemiş, kimi ise sadece gözlerini kapayıp dinlenmek
istemişti. Bu 2 saat uzun bir süre yaşayacakları en güzel 2 saat olacaktı.
Uçak
Kahire’ye indiğinde saat akşam dokuzu gösteriyordu. Uçaktan indiklerinde onları
bir arabanın bekliyor olduğunu gördüler. Müdür gerçekten de hiç vakit kaybetmek
istemiyordu. Camları filmli siyah limuzine bindiler ve Gize’ ye doğru yola
çıktılar.
Kahire
yolundan geldikleri için öncelikle Büyük Gize Sfenksi’ ni görüşmelerdi. Tayfun
bu yapıtı ilk gördüğünde yere yatıp uzanmış bir kedi olduğunu sandı. Fakat
kafasını yukarı kaldırıp simayı gördüğünde, bu yapıtın bir tanrı için yapılmış
olabileceğini tahmin etti. Yapıtlar hakkında bilgi verebilecek bir tur rehberi olmadığı
için Nihal’e onlara bildiklerini anlatmasını rica etti. Aralarında burası
hakkında bilgi sahibi olan bir tek o vardı. “ Arkadaşlar, gördüğünüz Büyük Gize
Sfenksi’ dir. MÖ 3000 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Dünyadaki en büyük
tek-taş heykelidir ve 73,5 metre uzunluğundadır. Gövdesi aslan şeklindedir ve
kafası ise bir firavunu temsil eder. Aslan kullanılmasının sebebi ise,
aslanların güneş ile bağlantılarının olduğuna inanılmasıdır. Kafanın ise
Firavun Kefren için yapıldığı düşünülüyor. Yani güneş tanrısı için. Bu yüzden
sfenks doğuya doğru bakar ve güneşin doğuşunu görür.”
Aldıkları
bilgiler doğrultusunda şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Milattan öncesinde
yaşanmış şeyleri sanki tekrar yaşıyorlardı. Hepsi camdan bakıp hayallere dalmışken
şoförün sesiyle hayallerini bir kenara bıraktılar. “Araştırma alanına 2 dakika
kaldı.” Dedi ve aracı sürmeye devam etti. Tarih dersinin kısa sürmesine üzülmüş
olsalar da, belki de bu tarihin içinde gizli kalmış şeyleri ortaya
çıkartabileceklerdi. Nihal arkadaşlarının yüzündeki merakı gördü ve yine söze
girdi.
“Sağınızda gördüğünüz Keops Piramididir. Dünyanın yedi
harikasından biridir. Solunuzda ise Kefren Piramidi, onun arkasında ise de
Mikerinos Piramidi vardır. Bu piramitlerle ilgili en ilginç detay ise geometrik
büyüklükleridir. Taban köşelerinin birleştirilmesiyle tam bir kare elde edilir
ve her kenarı 229 metredir. Asıl olay ise kenar uzunlukları arasındaki maksimum
hata oranı %0,1 bile değildir. O zamanın teknolojisi ile bu piramitlerin nasıl
yapıldığı hala çözülememiş bir sır olarak kalmıştır.”
Herkes
bir kez daha şaşırmış, bu tarz şeyleri neden bilmediklerini düşünüyorlardı.
Müdür’ün dünya dışı yaşamdan bahsetmesinden sonra her şey mantıklı geliyordu.
Acaba piramitler bu dünya dışı canlılar tarafından yapılmış olabilir miydi? Araba
durduğunda bütün teoriler ve fikirler kenara bırakıldı. Artık kafalarında
sadece bulmak için geldikleri teknoloji vardı. Arabadan indiler ve boş arazide
birbirlerine bakınmaya başladılar.
“Evet
şimdi ne yapıyoruz? Dedi Sedat. Şoför etrafına bakındıktan sonra sesindeki
bilinmezlikle “ Koordinatlar tam bu noktayı gösteriyor” Dedi.
“Emin misin? Çünkü burada hiçbir şey yok gibi gözüküyor.”
“Evet eminim. Gürbüz Müdür bana bu koordinatları verdi.”
Herkes
etrafına bakıyor, bir şeyler görmek için uğraşıyorlardı. Tayfun ise
diğerlerinden farklı olarak aşağı bakıyordu. Heyecanla ayağını yere vurarak “
Altımızda olabilir mi?” diye sordu. Bu fikir herkese mantıklı geldi ve
görevliler çağırıldı.
Yetkililer
her ne kadar tarihi bölgenin kazılmasını istemeseler de Türk yetkilileri
gerekli izinleri almışlardı. 3 saatlik bir çalışmanın ardından bir giriş
noktası bulundu ve delik açıldı. İçeri kimin gireceği hakkında Mısır
yetkilileri sorun çıkartmışlardı fakat bizim gruptan başka kimse bölgeye
yaklaşamadı. Gelen emirler sadece belirli kişilerin girmesi yönündeydi. İçeri
ilk giren Sedat oldu.
Binlerce
yıldır uykuda olan yapıt ay ışığı ile uykusundan uyanmıştı. Keşfedilmek için
yanıp tutuşuyor, elinde tuttuğu sırları insanlık ile paylaşmak istiyordu. Sedat
yapıta ilk girendi. Bir asker olduğu için tetikte kalmış, tehlike ile
karşılaşabileceğini düşünmüştü. Aşağı iple sarkıtılmıştı. İndiğine dair tamam
işaretini verdiğinde ipi belinden çıkardı ve yukarıdan çekmelerini söyledi.
Etrafına bakındığında hayal kırıklığına uğradı. İçerisi beklediği gibi değildi.
Ne bir eşya, ne bir insan kalıntısı kısaca hiçbir şey yoktu. Tek görebildiği
duvarlardaki bazı şekillerdi. Yukarıdan diğer gelecek kişi için yer açmak
istedi. İleri doğru bir adım attığı anda içerisi birden bire aydınlandı. Sanki
yapıt onun geldiğini hissetmiş ve hayata dönmüştü. Arkasından gelen Ezgi
karanlık bir ortam beklerken aydınlığa inmiş, hemen yukarıdakilere haber
vermişti. En son inen Tayfun’du ve gördüğü manzara karşısında şoke olmuştu.
Duvardaki
yazı ve şekiller hariç oda da başka bir şey yoktu. Tayfun elindeki el fenerini
kapadı ve duvara doğru ilerledi. Gördüğü şey hiç beklediği bir şey değildi.
İndikleri yerin hemen karşısında sağ tarafta sırayla önce bir yuvarlak, daha
sonra da 6 tane kare şekil vardı. Bunları anlamlandırmaya çalıştığı sırada sol
taraftaki yazıyı gördü. Yazının Türkçe olması şaşkınlığını bir kat daha
arttırdı.
“Bu da ne demek oluyor? Şaka mı yapıyorsunuz?” diye söylendi
Yakup.
“Şaka olduğunu zannetmiyorum bunlar çok çok eski duruyor.” Dedi
Nihal.
Tayfun
yazıyı bir kez daha dikkatli bir şekilde okudu.
Sonsuzluğu hiçbir yerde arama,
Aslında gerçek tam karşında.
İlk 3 rakam lazım sana,
Tüm hakikatleri bulmaya.
Yazıyı
ilk okuduklarında herkes çözülmesi gereken bir bilmece olduğunu anlamıştı.
Fakat bu bilmecenin hiçbir anlamı yok gibi duruyordu. Sonsuzluk, gerçek, ilk 3
rakam. Hiç biri bir anlam ifade etmiyordu. Bilmecenin yan tarafındaki bir
yuvarlak ve altı kare kutu da cevabı vermek için gerekli şeyler olmalıydı. Nihal
sesli düşünmeye başladı. “ Belli ki bilmecenin cevabını bu kutulardan biriyle
vermemiz gerekiyor. Fakat nasıl olduğunu anlayamadım. Sonuçta bunlarda duvarın
bir parçası.”
Nihal
duvara biraz daha yaklaşıp yuvarlak kutuya dokunduğu zaman, yüzeyinin yumuşak
bir kum tabakası ile kaplı olduğunu fark etti. Belli ki cevap bu kutuya
yazılmalıydı. Tayfun’ da sesli düşünme partisine katıldı ve “ Anladığım
kadarıyla sonsuzluğu manevi olarak söylemiyor. Gerçekten bir sonsuzluktan
bahsediyor fakat bu bir insanın ölümüz olması gibi değil de, gerçekten sonsuza
giden bir şey. Ayrıca Nihal’in dediği gibi buradaki yuvarlak kutu ile alakalı
olmalı.”
O an
Sedat’ın kafasında bir ışık yandı. Eski bir anısına doğru yolculuğa çıktı ve
sonsuz olduğunu bildiği bir şey aklına geldi. Hemen fikrini arkadaşlarıyla
paylaşmak istedi. “Aynen Tayfun’un dediği gibi, bu gerçekten sonsuzu ifade eden
bir şey olmalı ve bilmeceye göre içerisinde rakam olmalı. Benim bildiğim tek
sonsuza giden kavram “pi sayısı” dır.
Her ne
kadar ilk başta kimse anlamamış gibi görünse de zamanla bunun mantıklı bir
çözüm olduğuna ikna oldular. Ezgi “ O zaman bu yuvarlak kutu da pi’yi sembolize
ediyor olmalı.” Dedi. Geriye bir tek şey kalıyordu. Cevabı vermek. Tayfun
yuvarlak kutunun karşısına geçti ve pi sayısının işaretini (π) kutunun
içerisine çizdi.
Herkes
bir şeyler olmasını bekliyordu fakat odanın içerisinde herhangi bir
hareketlenme yoktu. Zaten olmaması gerekiyordu çünkü bilmecenin çözümü
tamamlanmamıştı. Daha geriye altı adet kare kutu kalmıştı. Bunlarında ne anlama
geldiğini çözmeleri gerekiyordu. Tayfun kutulara yaklaştığında bu kutuları
butona benzetti. Sanki çektiğinde ve ya ittirdiğinde yerin çıkacaklarmış
gibiydi. O an aklına “ ilk 3 rakam “ dizesi geldi ve bilmecenin son parçasını
da çözdü. Pi sayısının ilk 3 rakamı 3, 1 ve 4 idi. O zaman bu kutulara o
sırayla basılıyor olmalıydı. Hemen elini üçüncü kutuya götürdü. Tam basmak
üzereyken Nihal “ emin misin?” dedi. Tayfun’un cevabı “ Hiçbir fikrim yok ama
denemeye değer” oldu. Üçüncü kutuya elini bastırdı ve kutu yerine yerleşti. Hiçbir
şey olmamıştı. Bu iyiye işaretti. Daha sonra ilk kutuyu bastırdı ve yine kutu
yerine yerleşti. Dördüncü kutuya bastırdığında kutu yerine yerleşti ve beş
saniyelik bir sessizliğin ardından beyaz bir ışık etraflarını kapladı. Işık bir
saniye sonra hemen yok olmuştu. Gözlerini açtıklarında etrafı görmekte
zorlandılar. Dikkatlerini ilk çeken şey içeriye giren güneş ışığıydı. Camdan gözüken
piramit asalet ile orada durmaktaydı. Küçük bir sessizliğin ardından Ezgi “ Az
önce gece değil miydi? Ne zaman gündüz oldu? Dedi. Bir soruda Sedat’tan geldi. “
Biz yer altında değil miydik?”
Tayfun
zafer kazanmış gibi duruyor, kendinden emin bir tavırla sırıtıyordu. Dünya dışı
varlıklardan aldıkları bilgiler doğru çıkmış ve gerçekten de zaman makinasını
bulmuşlardı. Şimdi asıl sıkıntı bunu gruba açıklamak ve bu uzaylıların dünyayı
yok etmelerini engellemekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder