27 Nisan 2014 Pazar

Geçmişin Bilinmeyen Tarafı - 2.Bölüm - "Geçmişe Yolculuk"

                Ofis, kalabalık olduğu halde daha önce hiç bu kadar sessiz olmamıştı. Müdür Gürbüz’ ün anlattıkları takılmış teyp kaseti gibi kafalarında hiç durmadan dönüp duruyordu. Müdür daha ne kadar beklemesi gerektiğine karar verememişti. Böyle bir şeyi sindirmek kimse için kolay olamazdı. Konuşup konuşmamaya karar veremediği için bir sağa, bir sola bakıyor, eşinin ona hediye ettiği kırmızı kravatıyla oynuyordu. Daha fazla vakit kaybedemeyeceklerini düşündüğü anda dönüp grubun yanına ilerledi.
“ Aklınızda çok fazla soru olduğunu biliyorum. Evet ama aradığınız bütün cevapları gideceğiniz yerde bulabileceksiniz.”
“Gittiğimiz yerde mi? Burası neresi acaba?” diye sordu Ezgi sesindeki merakı bastıramadan.
“Gize, Mısır”
                Hep bir ağızdan çıkan sesler on dakikadır sessiz olan ofisi bir anda konser alanına çevirmişti. Zaten buraya gelirken bile sıkıntı yaratan bu grubun Mısır’a gitmeye hiç niyeti yoktu. Buraya geldiklerinde onlara dünya dışı canlıların varlığından bahsedilmiş ve nasıl olduysa isimleri bu canlıların bilgi bankalarında çıkmıştı. Bu kadar şeyi zaten zor kabul etmişken, Mısır durumu iyice zorlaştırıyordu. Sedat söylenmekten vazgeçip etrafa bakmaya başladı. O an gözleri Tayfun’un yüzüne kilitlendi. Gördüğü kadarıyla bir insanın yüzü şoke edici bilgiler öğrendikten sonra bu kadar sakin kalamazdı. Sanki daha önceden bunların hepsini biliyor, fakat sessiz kalmayı tercih ediyordu. Eski arkadaşının onlara yalan söylüyor olma ihtimalini her ne kadar istemeyerek te olsa aklına getirdi ve gözünü ondan ayırmayacağını aklının bir köşesine yazdı.
                Sedat’ın dik dik baktığını fark eden Tayfun, şüpheleri üstüne çekmemek için hemen konuşmaya başladı. “Şaşkınlığımı mazur görün fakat neden Gize? “
                Sedat bu sorunun neden geldiğini çok iyi biliyordu. Yine de sessiz kalmayı tercih ederek neler olacağını görmek istedi. Müdür Gürbüz aklındakileri toparlayarak hemen söze girdi.
“Aldığımız bilgilere göre Gize piramitlerinin bulunduğu bölgede bu uzaylıların bile anlamadığı bir teknoloji keşfedilmiş. Ne işe yaradığını anlayamadıkları zaman bu teknolojiye erişim engellenmiş ve bölgeye giriş kapatılmış. Sizin amacınız bu bölgeyi belirleyip teknolojiyi ele geçirmek.”
                Nihal hiç beklemeden, hafif kızgın bir sesle “Öncelikle onlara uzaylı demeniz yanlış bir kavram. Sonuçta onlara göre biz de uzaylıyız. Fakat konumuz bu olmadığı için asıl sorumu soruyorum. Neden Biz? Bunu yapabilecek bir sürü elemanınız olmalı.”
“Tabi ki de var fakat araştırma grubunun kesinlikle sizlerden oluşması gerekiyor. Nedenini soracağınızdan eminim ama sormamanızı rica ediyorum. Çünkü cevabını bilmediğim soruların sorulmasını sevdiğim söylenemez.”
                Müdür Gürbüz gerçekleri saklamayı hiç istemese de doğru şeyin bu olduğuna kendini inandırmıştı. Gezegenin hayatta kalması için projenin başarılı olması gerekiyordu. Bu grubu nasıl ikna edebilirim diye kara kara düşünürken Tayfun’dan ses geldi.
“Her zaman Mısır’a gidip piramitleri görmeyi istemişimdir. Ne zaman yola çıkıyoruz?”
                Müdür, Tayfun’un zaten geleceğini bildiği için pek neşelenemedi fakat grubu ikna etmek için her türlü yardıma da ihtiyacı vardı. Grubun diğer üyelerine baktı. Onlarında kabul etmeleri için her şeyini verirdi. Gözleri, uzun boylu askerin üzerine geldiğinde bir şeyler söylemek istediğini fark etti.” Tayfun varsa bende varım” dedi. Tabi ki de bu yolculuğa katılmasının gerçek nedeni değildi. Asıl amacı açıklanmayan gerçekleri ortaya çıkarmak ve grubu herhangi bir tehlikeden korumaktı.
                Geriye seçimini yapmayan üç kişi kaldı. Müdür bir cevap almak için onlara doğru döndü. İlk olarak Nihal’e baktı. Siyah bir bluz üzerine ince siyah bir hırka, altına da siyah pantolon giymiş, bu rengi kesinlikle sevdiğini gösteren bu bayan yanında pahalı olduğu belli olan mavi bir çanta taşıyordu. Cevabı vermesi çok uzun sürmedi. ”Arkeolog olarak böyle bir fırsatı kaçırmam söz konusu bile olamaz.” dedi. Müdür üçüncü kişinin de dâhil olmasına çok sevinmişti. Üstünlük artık onlardaydı ve diğerlerinin de kabul etmesi daha kolaylaşabilirdi. Müdür gözlerini sıradaki bayana çevirdi. Uzun, düz saçlı, gözlüğü olan Ezgi cevabını Nihal’e bakarak verdi. ”Nihal’in olduğu yerde benim olmadığım nerede görülmüş.”
                Artık cevabını vermeyen tek bir kişi kalmıştı. Kareli mavi bir gömlek ve kot pantolon giymiş grubun tek esmer üyesi Yakup istemeyerek te olsa kabul etti. Herkes dâhil olmuşken onun olmaması duruma uygun olmazdı. Artık herkes araştırma görevini kabul ettiğine göre vakit kaybetmeden hazırlıklara başlanabilirdi.
                Müdür hemen Canan’ı çağırdı ve gruba hazırlıklarını yapmalarına yardımcı olmasını rica etti. Canan hemen grubu arkasına alıp, kontrol merkezinin arka tarafındaki odalara doğru yürümeye başladı. Grupta tek bir üye eksikti. Tayfun müdürün odasında kalmıştı. Müdür onunla bir şeyler konuşmak istemişti. Sedat bu durumu garipsemiş olsa da diğerleri aldırış etmemişti. Hepsi kapıdan çıktıktan sonra Tayfun daha arkasını dönmeden müdür söze girdi.
“Sence gerçeği söylememekle doğru şeyi mi yapıyoruz?”
“Buna şüphem yok. Eğer gerçeği bilselerdi asla bu göreve gönüllü olmazlardı. Zamanda yolculuk yapıp geleceği kurtaracağız ama orada da sıkışıp kalma ihtimalimiz var. İnsanlık için bazı gerçekleri sır tutmalıyız.”
“Haklısın ama yine de içim el vermiyor. Fark ettikleri an sonuçlarına katlanan sen olacaksın.”
“Dünyanın kurtuluşu için her türlü fedakârlığı yapmaya razıyım.”
                Uçaktan bakıldığında bulutların üstünde olmak harika bir şey gerçekten diye iç geçirdi Yakup. Ne zaman uçağa binse, altındaki bulutların yarattığı manzarayı izlemekten vazgeçemiyordu. Grubun diğer üyeleri durum değerlendirmesi yapıp, teorilerini ortaya atarken o, gökyüzünün keyfini çıkarıyordu. Mısır’a olan 2 saatlik yolculuklarının daha yarım saatine gelmişlerdi. Uçaktan kimsenin korkmaması araştırma görevinin daha kısa sürede başlayabilmesi demekti. Müdür şu ana kadar hiçbir aksilik çıkmamasından dolayı çok mutluydu. 3 saatten bile daha kısa bir süre sonra dünyanın kurtuluşunun hikâyesi yazılmaya başlanmış olacaktı. Belki de zaten yazılmıştı.
                “Bu konuda sen ne düşünüyorsun Sayın Astrofizikçi?” diye sordu Sedat, Yakup’u dürterek. Manzaraya dalmış, hayaller kurarken birden düşüncelerinden sıyrıldı ve gerçek hayata döndü.
“Hangi konuda?”
“Dünya dışı canlıların varlığı hakkında tabi ki de.”
“Neden olmasın. Sonuçta sonsuz evrende, milyonlarca galaksi ve milyarlarca güneş sistemi var. Bunların bir tanesinde bile yaşam olmama olasılığı çok düşük.”
“Yani sana mantıklı geliyor.” Diye sordu Nihal.
“Elbette. Düşünsenize insanoğlu binlerce yıldan beri dünya dışı yaşamı merak etmiştir. Şu an da bile bu konu üzerine on binlerce makale ve yazı, internette ise bir o kadar video var. Fakat şu ana kadar ki en somut delil bizim araştırdığımız gibi duruyor ve eğer bunda en ufak bir gerçeklik payı varsa, bu gerçeği ortaya çıkarmak için elimden geleni yaparım.”
                Grup bu konuşmadan sonra biraz da olsa sessizleşti. Yolculuğun geri kalanında biraz dinlenmek ve öğrendikleri bilgileri hazmetmek için herkes yerlerine geçti. Grubun bazı üyeleri için özel uçakla yolculuk yapmak yeni bir şey değildi. Fakat bu uçak hiçbir masraftan kaçınılmadan yapılmış ve yolcuların konforu için her türlü hizmeti sağlayabiliyordu. Kimi içecek bir şeyler almış, kimi şefin yaptığı özel yemeklerden yemiş, kimi ise sadece gözlerini kapayıp dinlenmek istemişti. Bu 2 saat uzun bir süre yaşayacakları en güzel 2 saat olacaktı.
                Uçak Kahire’ye indiğinde saat akşam dokuzu gösteriyordu. Uçaktan indiklerinde onları bir arabanın bekliyor olduğunu gördüler. Müdür gerçekten de hiç vakit kaybetmek istemiyordu. Camları filmli siyah limuzine bindiler ve Gize’ ye doğru yola çıktılar.
                Kahire yolundan geldikleri için öncelikle Büyük Gize Sfenksi’ ni görüşmelerdi. Tayfun bu yapıtı ilk gördüğünde yere yatıp uzanmış bir kedi olduğunu sandı. Fakat kafasını yukarı kaldırıp simayı gördüğünde, bu yapıtın bir tanrı için yapılmış olabileceğini tahmin etti. Yapıtlar hakkında bilgi verebilecek bir tur rehberi olmadığı için Nihal’e onlara bildiklerini anlatmasını rica etti. Aralarında burası hakkında bilgi sahibi olan bir tek o vardı. “ Arkadaşlar, gördüğünüz Büyük Gize Sfenksi’ dir. MÖ 3000 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Dünyadaki en büyük tek-taş heykelidir ve 73,5 metre uzunluğundadır. Gövdesi aslan şeklindedir ve kafası ise bir firavunu temsil eder. Aslan kullanılmasının sebebi ise, aslanların güneş ile bağlantılarının olduğuna inanılmasıdır. Kafanın ise Firavun Kefren için yapıldığı düşünülüyor. Yani güneş tanrısı için. Bu yüzden sfenks doğuya doğru bakar ve güneşin doğuşunu görür.”
                Aldıkları bilgiler doğrultusunda şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Milattan öncesinde yaşanmış şeyleri sanki tekrar yaşıyorlardı. Hepsi camdan bakıp hayallere dalmışken şoförün sesiyle hayallerini bir kenara bıraktılar. “Araştırma alanına 2 dakika kaldı.” Dedi ve aracı sürmeye devam etti. Tarih dersinin kısa sürmesine üzülmüş olsalar da, belki de bu tarihin içinde gizli kalmış şeyleri ortaya çıkartabileceklerdi. Nihal arkadaşlarının yüzündeki merakı gördü ve yine söze girdi.
“Sağınızda gördüğünüz Keops Piramididir. Dünyanın yedi harikasından biridir. Solunuzda ise Kefren Piramidi, onun arkasında ise de Mikerinos Piramidi vardır. Bu piramitlerle ilgili en ilginç detay ise geometrik büyüklükleridir. Taban köşelerinin birleştirilmesiyle tam bir kare elde edilir ve her kenarı 229 metredir. Asıl olay ise kenar uzunlukları arasındaki maksimum hata oranı %0,1 bile değildir. O zamanın teknolojisi ile bu piramitlerin nasıl yapıldığı hala çözülememiş bir sır olarak kalmıştır.”
                Herkes bir kez daha şaşırmış, bu tarz şeyleri neden bilmediklerini düşünüyorlardı. Müdür’ün dünya dışı yaşamdan bahsetmesinden sonra her şey mantıklı geliyordu. Acaba piramitler bu dünya dışı canlılar tarafından yapılmış olabilir miydi? Araba durduğunda bütün teoriler ve fikirler kenara bırakıldı. Artık kafalarında sadece bulmak için geldikleri teknoloji vardı. Arabadan indiler ve boş arazide birbirlerine bakınmaya başladılar.
                “Evet şimdi ne yapıyoruz? Dedi Sedat. Şoför etrafına bakındıktan sonra sesindeki bilinmezlikle “ Koordinatlar tam bu noktayı gösteriyor” Dedi.
“Emin misin? Çünkü burada hiçbir şey yok gibi gözüküyor.”
“Evet eminim. Gürbüz Müdür bana bu koordinatları verdi.”
                Herkes etrafına bakıyor, bir şeyler görmek için uğraşıyorlardı. Tayfun ise diğerlerinden farklı olarak aşağı bakıyordu. Heyecanla ayağını yere vurarak “ Altımızda olabilir mi?” diye sordu. Bu fikir herkese mantıklı geldi ve görevliler çağırıldı.
                Yetkililer her ne kadar tarihi bölgenin kazılmasını istemeseler de Türk yetkilileri gerekli izinleri almışlardı. 3 saatlik bir çalışmanın ardından bir giriş noktası bulundu ve delik açıldı. İçeri kimin gireceği hakkında Mısır yetkilileri sorun çıkartmışlardı fakat bizim gruptan başka kimse bölgeye yaklaşamadı. Gelen emirler sadece belirli kişilerin girmesi yönündeydi. İçeri ilk giren Sedat oldu.
                Binlerce yıldır uykuda olan yapıt ay ışığı ile uykusundan uyanmıştı. Keşfedilmek için yanıp tutuşuyor, elinde tuttuğu sırları insanlık ile paylaşmak istiyordu. Sedat yapıta ilk girendi. Bir asker olduğu için tetikte kalmış, tehlike ile karşılaşabileceğini düşünmüştü. Aşağı iple sarkıtılmıştı. İndiğine dair tamam işaretini verdiğinde ipi belinden çıkardı ve yukarıdan çekmelerini söyledi. Etrafına bakındığında hayal kırıklığına uğradı. İçerisi beklediği gibi değildi. Ne bir eşya, ne bir insan kalıntısı kısaca hiçbir şey yoktu. Tek görebildiği duvarlardaki bazı şekillerdi. Yukarıdan diğer gelecek kişi için yer açmak istedi. İleri doğru bir adım attığı anda içerisi birden bire aydınlandı. Sanki yapıt onun geldiğini hissetmiş ve hayata dönmüştü. Arkasından gelen Ezgi karanlık bir ortam beklerken aydınlığa inmiş, hemen yukarıdakilere haber vermişti. En son inen Tayfun’du ve gördüğü manzara karşısında şoke olmuştu.
                Duvardaki yazı ve şekiller hariç oda da başka bir şey yoktu. Tayfun elindeki el fenerini kapadı ve duvara doğru ilerledi. Gördüğü şey hiç beklediği bir şey değildi. İndikleri yerin hemen karşısında sağ tarafta sırayla önce bir yuvarlak, daha sonra da 6 tane kare şekil vardı. Bunları anlamlandırmaya çalıştığı sırada sol taraftaki yazıyı gördü. Yazının Türkçe olması şaşkınlığını bir kat daha arttırdı.
“Bu da ne demek oluyor? Şaka mı yapıyorsunuz?” diye söylendi Yakup.
“Şaka olduğunu zannetmiyorum bunlar çok çok eski duruyor.” Dedi Nihal.
                Tayfun yazıyı bir kez daha dikkatli bir şekilde okudu.

Sonsuzluğu hiçbir yerde arama,
Aslında gerçek tam karşında.
İlk 3 rakam lazım sana,
Tüm hakikatleri bulmaya.

                Yazıyı ilk okuduklarında herkes çözülmesi gereken bir bilmece olduğunu anlamıştı. Fakat bu bilmecenin hiçbir anlamı yok gibi duruyordu. Sonsuzluk, gerçek, ilk 3 rakam. Hiç biri bir anlam ifade etmiyordu. Bilmecenin yan tarafındaki bir yuvarlak ve altı kare kutu da cevabı vermek için gerekli şeyler olmalıydı. Nihal sesli düşünmeye başladı. “ Belli ki bilmecenin cevabını bu kutulardan biriyle vermemiz gerekiyor. Fakat nasıl olduğunu anlayamadım. Sonuçta bunlarda duvarın bir parçası.”
                Nihal duvara biraz daha yaklaşıp yuvarlak kutuya dokunduğu zaman, yüzeyinin yumuşak bir kum tabakası ile kaplı olduğunu fark etti. Belli ki cevap bu kutuya yazılmalıydı. Tayfun’ da sesli düşünme partisine katıldı ve “ Anladığım kadarıyla sonsuzluğu manevi olarak söylemiyor. Gerçekten bir sonsuzluktan bahsediyor fakat bu bir insanın ölümüz olması gibi değil de, gerçekten sonsuza giden bir şey. Ayrıca Nihal’in dediği gibi buradaki yuvarlak kutu ile alakalı olmalı.”
                O an Sedat’ın kafasında bir ışık yandı. Eski bir anısına doğru yolculuğa çıktı ve sonsuz olduğunu bildiği bir şey aklına geldi. Hemen fikrini arkadaşlarıyla paylaşmak istedi. “Aynen Tayfun’un dediği gibi, bu gerçekten sonsuzu ifade eden bir şey olmalı ve bilmeceye göre içerisinde rakam olmalı. Benim bildiğim tek sonsuza giden kavram “pi sayısı” dır.
                Her ne kadar ilk başta kimse anlamamış gibi görünse de zamanla bunun mantıklı bir çözüm olduğuna ikna oldular. Ezgi “ O zaman bu yuvarlak kutu da pi’yi sembolize ediyor olmalı.” Dedi. Geriye bir tek şey kalıyordu. Cevabı vermek. Tayfun yuvarlak kutunun karşısına geçti ve pi sayısının işaretini (π) kutunun içerisine çizdi.
                Herkes bir şeyler olmasını bekliyordu fakat odanın içerisinde herhangi bir hareketlenme yoktu. Zaten olmaması gerekiyordu çünkü bilmecenin çözümü tamamlanmamıştı. Daha geriye altı adet kare kutu kalmıştı. Bunlarında ne anlama geldiğini çözmeleri gerekiyordu. Tayfun kutulara yaklaştığında bu kutuları butona benzetti. Sanki çektiğinde ve ya ittirdiğinde yerin çıkacaklarmış gibiydi. O an aklına “ ilk 3 rakam “ dizesi geldi ve bilmecenin son parçasını da çözdü. Pi sayısının ilk 3 rakamı 3, 1 ve 4 idi. O zaman bu kutulara o sırayla basılıyor olmalıydı. Hemen elini üçüncü kutuya götürdü. Tam basmak üzereyken Nihal “ emin misin?” dedi. Tayfun’un cevabı “ Hiçbir fikrim yok ama denemeye değer” oldu. Üçüncü kutuya elini bastırdı ve kutu yerine yerleşti. Hiçbir şey olmamıştı. Bu iyiye işaretti. Daha sonra ilk kutuyu bastırdı ve yine kutu yerine yerleşti. Dördüncü kutuya bastırdığında kutu yerine yerleşti ve beş saniyelik bir sessizliğin ardından beyaz bir ışık etraflarını kapladı. Işık bir saniye sonra hemen yok olmuştu. Gözlerini açtıklarında etrafı görmekte zorlandılar. Dikkatlerini ilk çeken şey içeriye giren güneş ışığıydı. Camdan gözüken piramit asalet ile orada durmaktaydı. Küçük bir sessizliğin ardından Ezgi “ Az önce gece değil miydi? Ne zaman gündüz oldu? Dedi. Bir soruda Sedat’tan geldi. “ Biz yer altında değil miydik?”

                Tayfun zafer kazanmış gibi duruyor, kendinden emin bir tavırla sırıtıyordu. Dünya dışı varlıklardan aldıkları bilgiler doğru çıkmış ve gerçekten de zaman makinasını bulmuşlardı. Şimdi asıl sıkıntı bunu gruba açıklamak ve bu uzaylıların dünyayı yok etmelerini engellemekti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder