M.Ö
2550
Gökyüzünden bulutları çekip
alabilecek bu büyük, uzun ve konik şeklindeki yapıyı görmek her zaman Prensesin
hoşuna giderdi.Böylesine büyük taşların bu kadar güzel, düzgün yerleştirilmesi,
gökyüzündeki sarı yuvarlaktan aldığı ışığı yansıtması, kocaman gemileriyle
gelen tanrıların gemilerini bu koniğin üstüne yerleştirmesi nefes kesici bir
olaydı.Güneş tanrısı bu yapıya “Peearmceeamet” diyordu.Tanrıların dili onlar
için çok zor bir dildi.Bu dili konuşabilen sadece birkaç yaşlı reisleri vardı
ve onlar ellerinden geldiğince çeviri yapıyorlardı.Bu yüzden halkın çoğunluğu
kolay olması açısından konik yapıya “Piramit” diyordu.İçine girebilen çok az
insan vardı.Tanrılar insanların girmesine belirli aralıklarla izin
veriyorlardı.Güneş tanrısı insanlara köle gibi davranıp, her fırsatta hata
yapanları cezalandırmayı çok seviyordu.O gün Prenses çok büyük bir hata
yapmıştı.Tanrıların şehirde gezen muhafızlarından birine çarpmıştı.Bu
tanrıların yasa kitabında yapılabilecek en kötü yanlışlarından biriydi ve
cezası ani bir ölümdü.Her ne kadar Prenses de olsa yasalardan kaçış
yoktu.Prenses yaptığı hatanın farkındaydı.Yine de gereksiz yere öldürüleceğini
düşünüyordu.O hiçbir zaman bu tanrılara inanmamıştı.Onların koydukları yasaları
hiçbir zaman tanımamıştı fakat yapacak bir şeyi de yoktu.
İnfaz
edileceği yere götürülürken, yüzünde hiçbir korku belirtisi yoktu.Özgür
öleceğini biliyor, kimseye kölelik etmediğinden emin olarak ölüyordu.Ölüme bile
yürürken küçük bir gülümseme belirdi yüzünde.Gülümsemenin sebebi ise hızlı ve
yalnız bir ölümdü.Ailesi onun infaz edilişini görmeyecekti.Bu yüzden de çok
fazla üzülmeyeceklerdi.Aynı zamanda infaz bölgesinde sadece Cellat ve iki
muhafız vardı.Kimse onun nasıl öldüğünü bilmeyecek ve ölmeden önce neler
söyleyebileceğini bilmeyecekti.Bu da infaz edilen kişiye verilen cezalardan
biriydi.Cellatın ise çok hızlı bir ölüm sağlayacağından emindi.Şu ana kadar
infaz ettiği insan sayısı nüfuslarının 4’te birine yakındı.Hepside hızlı bir ölüm
yaşamışlardı.Cellat Prensesin karşısına geçti.Elinde uzun bir kılıç vardı.Hiç
vakit kaybetmeyeceğini ve hemen o kılıç ile kafasının bedeninden ayıracağını
biliyordu.Gözlerini kapadı ve anı bekledi.Fakat beklediği şey olmadı.Dışarıdan
garip sesler geliyordu.Ne olduğunu anlamadan gözlerini açtı.Etrafına baktığında
celladın ve iki muhafızın öldüklerini gördü.İlerde ise garip giyinimli,
ellerinde siyah metalimsi bir şeyler tutan 5 kişi görüyordu.Bu kişilerin
üzerlerinde çok fazla kıyafet vardı.Şehrin diğer insanları gibi beyaz uzun
elbiselerden giymiyorlardı.Kim olurlarsa olsunlar bu insanlar onun hayatını
kurtarmışlardı ve onlara ömür boyu minnettar kalacaktı.
Nisan
2014
Fırlatma
merkezinde telaşlı bir bekleyiş vardı. Uydunun gezegene yeterli uzaklığa
ulaşmasına sadece iki dakika kalmıştı. Herkes sabırsızlıkla uydudan gelecek
bilgileri bekliyordu. 3 yıllık çalışmanın son dakikalarında teşkilatın müdürü
Gürbüz AYIK hiçbir şeyin ters gitmemesi için dua ediyordu. Bu yabancı gezegende
yaşayan canlıların varlığı kesin olarak kanıtlandığı günden beri o kadar az
uyku uyumuştu ki şu an bile ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Teknoloji
açısından kendilerinden üstün olan bu varlıklardan uydu aracılığı ile bilgi
aşırmak ona çok tehlike bir şeymiş gibi geliyordu. Üstlerine bunun çok
tehlikeli olabileceğine dair onlarca rapor sunmasına rağmen, kimse onu
dinlememişti. Teknolojik olarak üstün bu canlılar eğer bir gün bizi fark
ederlerse ve bize saldırmaya karar verirlerse, kurtuluşumuz bugüne bağlı
olacaktı. Bu varlıklardan uydu sayesinde bilgi almak insanoğlunun kurtuluşu
açısından hayati bir önem taşıyordu. Müdür Gürbüz, teknikerin son on saniye
demesi ile birlikte düşüncelerinden sıyrılıp gözlerini ana ekrana dikti.
Uydu gezegene
yeterli uzaklığa ulaşmış, programlandığı işi hiç beklemeden yapmaya başlamıştı.
Bu uydu özel olarak üretilmiş ve sadece gerekli teknolojik aletlerden bilgi
çalmak için yaratılmıştı. Fakat bu bilgi alım süresi çok uzun sürmeyebilirdi.
Karşılarındaki ırk onlardan kat kat üstündü ve hemen bu uyduyu fark edip yok
edebilirlerdi. Bunun için önlem olarak, bilgilerin alınmasından sonra uyduya
kendini yok etme özelliği eklenmişti. İlk bir dakika da uydu tahmin
edildiğinden çok daha fazla bilgi toplamış, görevini layıkıyla yerine
getirmişti. Fakat o sırada uydunun sensörleri uyduya doğru yaklaşan büyük bir
cisim algıladı. Fırlatma merkezinde hemen analizi yapılan bu cismin büyük bir
uzay gemisi olduğu anlaşıldı. Uyduya aldığı bilgileri hemen dünyaya gönderip kendini
yok etme emri verildi. Uydu hiç beklemeden aldığı emri uyguladı ve bilgileri
gönderip kendini yok etti. Kısa bir süre sonra gelen bilgiler hiç vakit
kaybetmeden 100 tekniker tarafından yorumlanmaya başladı. Uzun boyu, sarı saçlı
genç bir çocuk gördükleri karşısında şaşkına dönmüş bir halde kas katı
kesilmişti. Hemen müdürüne seslendi ve yaşadığı şoku müdürünün de yaşamasını
sağladı. Bilgi ekranında adı geçen isimleri, yaşadıkları tarihi ve
kullandıkları dünya teknolojisini gördüğü an, adamlarına emir verip bu
kişilerin hemen merkeze getirilmesini emretti.
Bir
uzay gemisinin nasıl bu kadar büyük olabileceğine hayretle bakıyordu Tayfun. O
oturduğu küçücük savaşçı uçağında diğer ırkın uçaklarıyla savaşırken, uzay
gemilerinin de onlar gibi savaştığını dehşetle izliyordu. Savaş onların
aleyhine işliyordu ama o bir pilot olarak elinden geleni yapmış, belki de en az
50 adet uçak patlatmıştı. Savaş boyunca hep avcı olarak dolaşmıştı uzayın
derinliklerinde ama şimdi bir anda 2 uçak tarafından takip edilirken av
durumuna düşmüştü. Bu sefer kurtuluş şansının az olduğunu çok iyi biliyordu.
Kaçamayacağını anladığı an gözlerini kapadı ve ölümü kucaklamak için bekledi. 3
adet taklama sesi duyduğu an ne olduğunu anlamadı. Acaba ölmüş müydü? Gözlerini
açtığında evinin yatak odasındaydı. Bir an nerede olduğunu anlamadı ve kapının
çalınmasıyla kendine geldi. Uykudan uyandırılmayı hiç sevmeyen birisi olduğu
halde birileri hep kapısını çalıyordu. Sinirini bir kenara bıraktı ve kapıyı
açtı.
Karşısında
çok güzel bir bayan vardı. Kumral saçları ve düzgün fiziği ile kesinlikle ünlü
insanları andırıyordu. Siyahları içinde giyinmesi ise tam bir ajan havası
veriyordu. “Canan hoş geldin. Seni bu saatte buraya getiren nedir?” diye sordu.
“Çok acil bir durum var Tayfun. Hemen hazırlan çıkmamız
gerek.”
“Tamam bana 5 dakika ver geliyorum.”
Yarım
saat süren araba yolculuğunda nereye gittiklerini bir türlü kestiremiyordu.
Yolda birkaç kez kıza nereye gittiklerini ve neler olduğunu sorduğu halde bir
türlü cevap alamıyordu. Belli ki durum karışıktı ve yol üstüne açıklanamayacak
kadar önemliydi. Üstelememeye karar verdi ve yolu izlemeye devam etti. Araba
eski bir evin önünde durduğunda şoför arabadan inip kapıyı açtı. Böyle kenar
bir mahallede ne işleri olabileceğini kestirmeyi aklının ucundan bile
geçirmedi. Canan’ın olduğu yerde mantık yürütmek imkansız olurdu. Eski evin
içine girdiklerinde Canan asansöre doğru yöneldi. Böyle tarihi bir evde
asansörün bulunması herhalde herkes tarafından ilginç karşılanırdı. Asansöre
girdiklerin de Canan’ın kontrol paneline bir kart gösterdiğini gördü. Kontrol
paneli kartı okur okumaz hemen gizli paneli ortaya çıkardı. Şifre girildikten
sonra asansör aşağı hareket etmeye başladı. 12 kat aşağı indiklerinde asansör
yavaşladı ve kapı açıldı.
Tayfun
gördükleri karşısında şoke olmuştu. Burası mükemmel bir kontrol merkeziydi.
Canan’ın ajan işleriyle uğraştığını biliyordu ama böyle güzel bir yerde
çalıştığını asla tahmin edemezdi. 2 adım attıktan sonra uzun zamandır
görüşmediği Gürbüz’ü gördü. Adam belli ki yorgun ve uykusuzdu. Hemen söze
girdi.
“Tayfun biliyorum seni apar topar getirdik ama çok önemli
bir durum var.”
“Tahmin ediyorum Gürbüz Abi. Olay nedir? “
“Herkes toplandığı zaman açıklayacağım.”
Kafasını
sağa doğru çevirdiği zaman üniversite zamanlarından iki arkadaşını gördü. Hemen
hızlı adımlarla yanlarına gitti. “ Yakup, Nihal sizi burada görmek ne güzel ama
neden buradasınız?”
“Bizde bilmiyoruz, hiçbir şey anlatmadan hemen buraya
getirildik.” Dedi Nihal.
Yakup meraklı fakat rahat bir tavırla “ Yakında öğreneceğiz
nasıl olsa” dedi ve oturup muhabbet etmeye başladılar.
Nihal
üniversiteden sonra dilbilime ve arkeolojiye yönelmişti. Yaptığı araştırmalar
ve yazdığı eserlerle Türkiye’nin sayılı insanlarından biri haline gelmişti.
Eski dillere olan yeteneği mükemmel derecedeydi. Yakup ise astrofizik üzerine
yaptığı çalışmalar sayesinde Türkiye’yi bir adım daha ileri götürmüştü. Her ne
kadar haberi olmasa da fırlatma merkezindeki bazı şeyler onun sayesinde hayata
geçirebilmişti. Neler olup bittiğini anlamasa da Tayfun, arkadaşlarını gördüğü
için çok sevinçliydi.
Asansörün
kapısı ikinci kez açıldığında bu sefer içeri uzun boylu, yapılı bir asker ile
ondan daha kısa bir bayan içeri girdi. Bunlarda üniversiteden arkadaşları Ezgi
ve Sedat’tı. Sedat askere gittikten sonra orduda kalmayı tercih etmiş, Ezgi ise
mühendislik alanında kurduğu şirket ile üst sıralara yerleşmişti. Onlar da
odaya gelip oturduklarında müdür Gürbüz geldi ve artık herkesin burada olduğuna
göre başlayabileceklerini söyledi.
“Hepiniz buraya neden geldiğinizi merak ediyorsunuz
biliyorum. Başlamak için herkesin burada olmasını istedik.”
“Neye başlamak için acaba?” diye sordu Nihal merakla.
“Öncelikle size burada ne yaptığımızdan bahsetmek istiyorum.
Bu istasyonun amacı, güneş sistemimizin hemen dışındaki Sirius A gezegenindeki
dünya dışı varlıkları incelemek. 3 yıl önce derin uzay araştırmalarımız
sonucunda bu gezegende yaşam olduğunu fark ettik. Fakat teknolojileri bizden
üstün olduğu için iletişim kurma hareketi yasaklandı. Bu yüzden bir uydu
yarattık ve gezegenlerine gönderdik. Amaç alabildiğimiz kadar teknolojik
gelişmeler hakkında bilgi almaktı. Alabileceğimiz bilgileri aldıktan sonra
hemen uydu kendini imha etti ve uydunun bizim tarafımızdan gönderildiği bütün izler
silindi. Buraya kadar sorusu olan var mı ?”
Kimseden
ses çıkmaması ya her şeyin anlaşıldığı ya da tamamen saçmalamadığını
düşündürdü.10 saniyelik bir sessizliğin ardından tekrar söze girdi.
“Asıl olay buradan sonra garipleşiyor. Aldığımız bilgilerin
içinde önemli olan birkaç isim var gibi görünüyordu. Bu şahıslar bu dünya dışı
varlıkların bilgi deposunda önemli bir yer taşıyordu. Ne için olduğunu
bilmiyoruz ama önemli olduğu belli oluyordu.”
“Benim sormak istediğim bir şey var.” Diye atıldı Sedat.”
“Buyurun nedir? “
“Sanki bu bilgiler kendi dilimizdeymiş gibi konuşuyorsunuz.
Sonuçta bu bilgiler dünya dışı varlıkların kendi dillerinde değil miydi?”
Herkesin
aklını kurcalayan güzel bir soru sormuştu. Müdür Gürbüz olayları öyle bir
anlatıyordu ki sanki dünya dışı varlıklardan bahsetmiyor, ülkedeki herhangi bir
gruptan bahsediyordu. Gürbüz cevabı vermeden önce hafif bir şekilde gülümsedi.
“Anlayamadığımız ilginç şeylerden biride buydu.
Yakaladığımız bilgilerin bir bölümü Türkçe dilinde yazılmıştı. Bunun ne kadar
çılgınca geldiğinin farkındayım. Biz de aynı şaşkınlığı yaşıyoruz fakat durum
bu. Neyse kafanızın karıştığı belli. Öncelikle kaldığım yerden devam etmeme
izin verin. Az önce bahsettiğim şahısların belki kim olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Bu şahıslar sizlersiniz. “
Asıl
şok bu cümleden sonra gelmişti. Dünya dışı canlıların varlığına daha yeni yeni
alışırken, aynı bu varlıkların bilgi bankalarında onların isimleri bulunması
buraya geldiklerinden beri başlarına gelen en saçma şeydi. Dünya dışı yaşamın
varlığından şimdiye kadar haberleri bile olmayan, daha önce hiçbir türlü UFO
hikayelerini dinlememiş ya da başlarına gelmemiş oldukları halde durum çok
ilginçti. Şaşkınlıkları her hallerinden belli bir şekilde Gürbüz’ ün yüzüne bir
dakika boyunca hiç kıpırdamadan bakmışlardı.
Sirius
A Gezegeni
Gezegendeki
telaş bütün üst düzey yöneticileri sarmıştı. Herkes bu uydunun nereden
geldiğini tartışıyordu. Yakın çevredeki bütün gezegenleri ya istila etmişler,
ya da köleleştirmişlerdi. Kısacası bu çevreden gelmiş olma olasılığı çok
düşüktü. Fikirler ortaya atılıyor, her fikir aynı hızla bertaraf ediliyordu.
Köşede sessizce oturan, kendine güneş tanrısı diyen bir üye ortaya atılabilecek
en saçma fikri atmıştı.” Acaba Dünya gezegeninden gelmiş olabilir mi?”
Hiç
kimse bu fikri mantıklı bulmamıştı. En uçuk fikirlerin sahibi olan bu üyeye
zaten kimse itibar göstermiyordu. Yine de başkan cevaplama nezaketinde bulundu.”
Dünya gezegenini yok ettiğimizi biliyorsun, orada gelme ihtimalinin de
olmayacağını anlamalısın.” Dedi. Yine de güneş tanrısının aklına yatmamıştı.
Her türlü durumu düşünmeye çalışıyordu ve bu en mantıklı çözümdü. En kısa
zamanda bir gemi alıp dünya gezegenine doğru yolculuk yapmaya karar verdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder