23 Nisan 2014 Çarşamba

Geçmişin Bilinmeyen Tarafı - 1.Bölüm " Başlangıç "

                                                                                                                                                             

                                                                                                                           M.Ö 2550
Gökyüzünden bulutları çekip alabilecek bu büyük, uzun ve konik şeklindeki yapıyı görmek her zaman Prensesin hoşuna giderdi.Böylesine büyük taşların bu kadar güzel, düzgün yerleştirilmesi, gökyüzündeki sarı yuvarlaktan aldığı ışığı yansıtması, kocaman gemileriyle gelen tanrıların gemilerini bu koniğin üstüne yerleştirmesi nefes kesici bir olaydı.Güneş tanrısı bu yapıya “Peearmceeamet” diyordu.Tanrıların dili onlar için çok zor bir dildi.Bu dili konuşabilen sadece birkaç yaşlı reisleri vardı ve onlar ellerinden geldiğince çeviri yapıyorlardı.Bu yüzden halkın çoğunluğu kolay olması açısından konik yapıya “Piramit” diyordu.İçine girebilen çok az insan vardı.Tanrılar insanların girmesine belirli aralıklarla izin veriyorlardı.Güneş tanrısı insanlara köle gibi davranıp, her fırsatta hata yapanları cezalandırmayı çok seviyordu.O gün Prenses çok büyük bir hata yapmıştı.Tanrıların şehirde gezen muhafızlarından birine çarpmıştı.Bu tanrıların yasa kitabında yapılabilecek en kötü yanlışlarından biriydi ve cezası ani bir ölümdü.Her ne kadar Prenses de olsa yasalardan kaçış yoktu.Prenses yaptığı hatanın farkındaydı.Yine de gereksiz yere öldürüleceğini düşünüyordu.O hiçbir zaman bu tanrılara inanmamıştı.Onların koydukları yasaları hiçbir zaman tanımamıştı fakat yapacak bir şeyi de yoktu.
    İnfaz edileceği yere götürülürken, yüzünde hiçbir korku belirtisi yoktu.Özgür öleceğini biliyor, kimseye kölelik etmediğinden emin olarak ölüyordu.Ölüme bile yürürken küçük bir gülümseme belirdi yüzünde.Gülümsemenin sebebi ise hızlı ve yalnız bir ölümdü.Ailesi onun infaz edilişini görmeyecekti.Bu yüzden de çok fazla üzülmeyeceklerdi.Aynı zamanda infaz bölgesinde sadece Cellat ve iki muhafız vardı.Kimse onun nasıl öldüğünü bilmeyecek ve ölmeden önce neler söyleyebileceğini bilmeyecekti.Bu da infaz edilen kişiye verilen cezalardan biriydi.Cellatın ise çok hızlı bir ölüm sağlayacağından emindi.Şu ana kadar infaz ettiği insan sayısı nüfuslarının 4’te birine yakındı.Hepside hızlı bir ölüm yaşamışlardı.Cellat Prensesin karşısına geçti.Elinde uzun bir kılıç vardı.Hiç vakit kaybetmeyeceğini ve hemen o kılıç ile kafasının bedeninden ayıracağını biliyordu.Gözlerini kapadı ve anı bekledi.Fakat beklediği şey olmadı.Dışarıdan garip sesler geliyordu.Ne olduğunu anlamadan gözlerini açtı.Etrafına baktığında celladın ve iki muhafızın öldüklerini gördü.İlerde ise garip giyinimli, ellerinde siyah metalimsi bir şeyler tutan 5 kişi görüyordu.Bu kişilerin üzerlerinde çok fazla kıyafet vardı.Şehrin diğer insanları gibi beyaz uzun elbiselerden giymiyorlardı.Kim olurlarsa olsunlar bu insanlar onun hayatını kurtarmışlardı ve onlara ömür boyu minnettar kalacaktı.

                                                                                                                                                                                                                                                                                               Nisan 2014
                Fırlatma merkezinde telaşlı bir bekleyiş vardı. Uydunun gezegene yeterli uzaklığa ulaşmasına sadece iki dakika kalmıştı. Herkes sabırsızlıkla uydudan gelecek bilgileri bekliyordu. 3 yıllık çalışmanın son dakikalarında teşkilatın müdürü Gürbüz AYIK hiçbir şeyin ters gitmemesi için dua ediyordu. Bu yabancı gezegende yaşayan canlıların varlığı kesin olarak kanıtlandığı günden beri o kadar az uyku uyumuştu ki şu an bile ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Teknoloji açısından kendilerinden üstün olan bu varlıklardan uydu aracılığı ile bilgi aşırmak ona çok tehlike bir şeymiş gibi geliyordu. Üstlerine bunun çok tehlikeli olabileceğine dair onlarca rapor sunmasına rağmen, kimse onu dinlememişti. Teknolojik olarak üstün bu canlılar eğer bir gün bizi fark ederlerse ve bize saldırmaya karar verirlerse, kurtuluşumuz bugüne bağlı olacaktı. Bu varlıklardan uydu sayesinde bilgi almak insanoğlunun kurtuluşu açısından hayati bir önem taşıyordu. Müdür Gürbüz, teknikerin son on saniye demesi ile birlikte düşüncelerinden sıyrılıp gözlerini ana ekrana dikti.
                Uydu gezegene yeterli uzaklığa ulaşmış, programlandığı işi hiç beklemeden yapmaya başlamıştı. Bu uydu özel olarak üretilmiş ve sadece gerekli teknolojik aletlerden bilgi çalmak için yaratılmıştı. Fakat bu bilgi alım süresi çok uzun sürmeyebilirdi. Karşılarındaki ırk onlardan kat kat üstündü ve hemen bu uyduyu fark edip yok edebilirlerdi. Bunun için önlem olarak, bilgilerin alınmasından sonra uyduya kendini yok etme özelliği eklenmişti. İlk bir dakika da uydu tahmin edildiğinden çok daha fazla bilgi toplamış, görevini layıkıyla yerine getirmişti. Fakat o sırada uydunun sensörleri uyduya doğru yaklaşan büyük bir cisim algıladı. Fırlatma merkezinde hemen analizi yapılan bu cismin büyük bir uzay gemisi olduğu anlaşıldı. Uyduya aldığı bilgileri hemen dünyaya gönderip kendini yok etme emri verildi. Uydu hiç beklemeden aldığı emri uyguladı ve bilgileri gönderip kendini yok etti. Kısa bir süre sonra gelen bilgiler hiç vakit kaybetmeden 100 tekniker tarafından yorumlanmaya başladı. Uzun boyu, sarı saçlı genç bir çocuk gördükleri karşısında şaşkına dönmüş bir halde kas katı kesilmişti. Hemen müdürüne seslendi ve yaşadığı şoku müdürünün de yaşamasını sağladı. Bilgi ekranında adı geçen isimleri, yaşadıkları tarihi ve kullandıkları dünya teknolojisini gördüğü an, adamlarına emir verip bu kişilerin hemen merkeze getirilmesini emretti.
                Bir uzay gemisinin nasıl bu kadar büyük olabileceğine hayretle bakıyordu Tayfun. O oturduğu küçücük savaşçı uçağında diğer ırkın uçaklarıyla savaşırken, uzay gemilerinin de onlar gibi savaştığını dehşetle izliyordu. Savaş onların aleyhine işliyordu ama o bir pilot olarak elinden geleni yapmış, belki de en az 50 adet uçak patlatmıştı. Savaş boyunca hep avcı olarak dolaşmıştı uzayın derinliklerinde ama şimdi bir anda 2 uçak tarafından takip edilirken av durumuna düşmüştü. Bu sefer kurtuluş şansının az olduğunu çok iyi biliyordu. Kaçamayacağını anladığı an gözlerini kapadı ve ölümü kucaklamak için bekledi. 3 adet taklama sesi duyduğu an ne olduğunu anlamadı. Acaba ölmüş müydü? Gözlerini açtığında evinin yatak odasındaydı. Bir an nerede olduğunu anlamadı ve kapının çalınmasıyla kendine geldi. Uykudan uyandırılmayı hiç sevmeyen birisi olduğu halde birileri hep kapısını çalıyordu. Sinirini bir kenara bıraktı ve kapıyı açtı.
                Karşısında çok güzel bir bayan vardı. Kumral saçları ve düzgün fiziği ile kesinlikle ünlü insanları andırıyordu. Siyahları içinde giyinmesi ise tam bir ajan havası veriyordu. “Canan hoş geldin. Seni bu saatte buraya getiren nedir?” diye sordu.
“Çok acil bir durum var Tayfun. Hemen hazırlan çıkmamız gerek.”
“Tamam bana 5 dakika ver geliyorum.”
                Yarım saat süren araba yolculuğunda nereye gittiklerini bir türlü kestiremiyordu. Yolda birkaç kez kıza nereye gittiklerini ve neler olduğunu sorduğu halde bir türlü cevap alamıyordu. Belli ki durum karışıktı ve yol üstüne açıklanamayacak kadar önemliydi. Üstelememeye karar verdi ve yolu izlemeye devam etti. Araba eski bir evin önünde durduğunda şoför arabadan inip kapıyı açtı. Böyle kenar bir mahallede ne işleri olabileceğini kestirmeyi aklının ucundan bile geçirmedi. Canan’ın olduğu yerde mantık yürütmek imkansız olurdu. Eski evin içine girdiklerinde Canan asansöre doğru yöneldi. Böyle tarihi bir evde asansörün bulunması herhalde herkes tarafından ilginç karşılanırdı. Asansöre girdiklerin de Canan’ın kontrol paneline bir kart gösterdiğini gördü. Kontrol paneli kartı okur okumaz hemen gizli paneli ortaya çıkardı. Şifre girildikten sonra asansör aşağı hareket etmeye başladı. 12 kat aşağı indiklerinde asansör yavaşladı ve kapı açıldı.
                Tayfun gördükleri karşısında şoke olmuştu. Burası mükemmel bir kontrol merkeziydi. Canan’ın ajan işleriyle uğraştığını biliyordu ama böyle güzel bir yerde çalıştığını asla tahmin edemezdi. 2 adım attıktan sonra uzun zamandır görüşmediği Gürbüz’ü gördü. Adam belli ki yorgun ve uykusuzdu. Hemen söze girdi.
“Tayfun biliyorum seni apar topar getirdik ama çok önemli bir durum var.”
“Tahmin ediyorum Gürbüz Abi. Olay nedir? “
“Herkes toplandığı zaman açıklayacağım.”
                Kafasını sağa doğru çevirdiği zaman üniversite zamanlarından iki arkadaşını gördü. Hemen hızlı adımlarla yanlarına gitti. “ Yakup, Nihal sizi burada görmek ne güzel ama neden buradasınız?”
“Bizde bilmiyoruz, hiçbir şey anlatmadan hemen buraya getirildik.” Dedi Nihal.
Yakup meraklı fakat rahat bir tavırla “ Yakında öğreneceğiz nasıl olsa” dedi ve oturup muhabbet etmeye başladılar.
                Nihal üniversiteden sonra dilbilime ve arkeolojiye yönelmişti. Yaptığı araştırmalar ve yazdığı eserlerle Türkiye’nin sayılı insanlarından biri haline gelmişti. Eski dillere olan yeteneği mükemmel derecedeydi. Yakup ise astrofizik üzerine yaptığı çalışmalar sayesinde Türkiye’yi bir adım daha ileri götürmüştü. Her ne kadar haberi olmasa da fırlatma merkezindeki bazı şeyler onun sayesinde hayata geçirebilmişti. Neler olup bittiğini anlamasa da Tayfun, arkadaşlarını gördüğü için çok sevinçliydi.
                Asansörün kapısı ikinci kez açıldığında bu sefer içeri uzun boylu, yapılı bir asker ile ondan daha kısa bir bayan içeri girdi. Bunlarda üniversiteden arkadaşları Ezgi ve Sedat’tı. Sedat askere gittikten sonra orduda kalmayı tercih etmiş, Ezgi ise mühendislik alanında kurduğu şirket ile üst sıralara yerleşmişti. Onlar da odaya gelip oturduklarında müdür Gürbüz geldi ve artık herkesin burada olduğuna göre başlayabileceklerini söyledi.
“Hepiniz buraya neden geldiğinizi merak ediyorsunuz biliyorum. Başlamak için herkesin burada olmasını istedik.”
“Neye başlamak için acaba?” diye sordu Nihal merakla.
“Öncelikle size burada ne yaptığımızdan bahsetmek istiyorum. Bu istasyonun amacı, güneş sistemimizin hemen dışındaki Sirius A gezegenindeki dünya dışı varlıkları incelemek. 3 yıl önce derin uzay araştırmalarımız sonucunda bu gezegende yaşam olduğunu fark ettik. Fakat teknolojileri bizden üstün olduğu için iletişim kurma hareketi yasaklandı. Bu yüzden bir uydu yarattık ve gezegenlerine gönderdik. Amaç alabildiğimiz kadar teknolojik gelişmeler hakkında bilgi almaktı. Alabileceğimiz bilgileri aldıktan sonra hemen uydu kendini imha etti ve uydunun bizim tarafımızdan gönderildiği bütün izler silindi. Buraya kadar sorusu olan var mı ?”
                Kimseden ses çıkmaması ya her şeyin anlaşıldığı ya da tamamen saçmalamadığını düşündürdü.10 saniyelik bir sessizliğin ardından tekrar söze girdi.
“Asıl olay buradan sonra garipleşiyor. Aldığımız bilgilerin içinde önemli olan birkaç isim var gibi görünüyordu. Bu şahıslar bu dünya dışı varlıkların bilgi deposunda önemli bir yer taşıyordu. Ne için olduğunu bilmiyoruz ama önemli olduğu belli oluyordu.”
“Benim sormak istediğim bir şey var.” Diye atıldı Sedat.”
“Buyurun nedir? “
“Sanki bu bilgiler kendi dilimizdeymiş gibi konuşuyorsunuz. Sonuçta bu bilgiler dünya dışı varlıkların kendi dillerinde değil miydi?”
                Herkesin aklını kurcalayan güzel bir soru sormuştu. Müdür Gürbüz olayları öyle bir anlatıyordu ki sanki dünya dışı varlıklardan bahsetmiyor, ülkedeki herhangi bir gruptan bahsediyordu. Gürbüz cevabı vermeden önce hafif bir şekilde gülümsedi.
“Anlayamadığımız ilginç şeylerden biride buydu. Yakaladığımız bilgilerin bir bölümü Türkçe dilinde yazılmıştı. Bunun ne kadar çılgınca geldiğinin farkındayım. Biz de aynı şaşkınlığı yaşıyoruz fakat durum bu. Neyse kafanızın karıştığı belli. Öncelikle kaldığım yerden devam etmeme izin verin. Az önce bahsettiğim şahısların belki kim olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu şahıslar sizlersiniz. “
                Asıl şok bu cümleden sonra gelmişti. Dünya dışı canlıların varlığına daha yeni yeni alışırken, aynı bu varlıkların bilgi bankalarında onların isimleri bulunması buraya geldiklerinden beri başlarına gelen en saçma şeydi. Dünya dışı yaşamın varlığından şimdiye kadar haberleri bile olmayan, daha önce hiçbir türlü UFO hikayelerini dinlememiş ya da başlarına gelmemiş oldukları halde durum çok ilginçti. Şaşkınlıkları her hallerinden belli bir şekilde Gürbüz’ ün yüzüne bir dakika boyunca hiç kıpırdamadan bakmışlardı.
               
                                                                                                                                Sirius A Gezegeni
                Gezegendeki telaş bütün üst düzey yöneticileri sarmıştı. Herkes bu uydunun nereden geldiğini tartışıyordu. Yakın çevredeki bütün gezegenleri ya istila etmişler, ya da köleleştirmişlerdi. Kısacası bu çevreden gelmiş olma olasılığı çok düşüktü. Fikirler ortaya atılıyor, her fikir aynı hızla bertaraf ediliyordu. Köşede sessizce oturan, kendine güneş tanrısı diyen bir üye ortaya atılabilecek en saçma fikri atmıştı.” Acaba Dünya gezegeninden gelmiş olabilir mi?”

                Hiç kimse bu fikri mantıklı bulmamıştı. En uçuk fikirlerin sahibi olan bu üyeye zaten kimse itibar göstermiyordu. Yine de başkan cevaplama nezaketinde bulundu.” Dünya gezegenini yok ettiğimizi biliyorsun, orada gelme ihtimalinin de olmayacağını anlamalısın.” Dedi. Yine de güneş tanrısının aklına yatmamıştı. Her türlü durumu düşünmeye çalışıyordu ve bu en mantıklı çözümdü. En kısa zamanda bir gemi alıp dünya gezegenine doğru yolculuk yapmaya karar verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder